Friends Karakter İncelemesi

Friends Karakterlerini Neden Bu Kadar Çok Sevdik?

Yayınlanma Tarihi: Son Güncelleme:

Friends Karakter İncelemesi?

Friends diye yazılır, terapi diye okunur. İtirazı olan? :)

Bugün, hemen hemen izleyen herkesin gönlünde taht kurmuş ikonik dizi Friends’i konuşacağız. Hani şu bitirmeye kıyamadığımız, bitirdikten sonra dönüp durup yeniden izlediğimiz, hiç izlememiş insanları izlemeleri için darladığımız, bazen abartıp “Friends sevmeyenle olmaz” dediğimiz (e yani şimdi ben hayatımdaki insana “My eyes my eyessss!!” dediğimde anlamayacak mı ne demek istediğimi?), göz bebeğimiz Friends…

Girizgahta yeterli güzelleme seviyesine ulaştıysam sadede geleyim. Bu arada Friends severler olarak bu dizi hakkında olumsuz yorum duymaya tahammülümüz ne kadar düşük değil mi? Ama nasıl olmasın, onlar her daim bizi Central Perk’teki kanepede bekleyen yakın arkadaşlarımız. Laf söyletemiyoruz sorry.

Baştan söyleyeyim, bu yazı doğal olarak spoiler içerir. Dizinin 10 sezonunun 10’unu da izlemediyseniz yazıyı okumamanızı tavisye edeceğim. Ayrıca hala Friends izlememiş olmak da ne bileyim…? Şaka şaka. Bana biri “Friends hiç izlemedim” dediğimde, çok şanslısın diyorum. Çok şanslısın çünkü önünde 10 sezon var…

friendsFriends’i Neden Bu Kadar Çok Sevdik?

Cevap net. Çünkü senden, benden, bizden. Bu yüzden hepsini can dostlarımız gibi sevdik. Friends severseniz ve yazımı okumaya devam ediyorsanız eminim ki Friends Reunion’ı izlemişsinizdir. O nedenle oradaki bilgileri tekrar etmeyeceğim.

Elbette ki dizinin seyircilerin önünde çekilmesi, seyircilerden gelen tepkilere göre senaryonun şekillenmesi, 10 sezon boyunca oyuncuların her bölümde full kadro yer alması, ekibin her bölümden önce bir araya gelip kucaklaşması, David Schwimmer ile Jennifer Aniston arasındaki o doğal, hatta yıllar sonra da gerçek olduğunu öğrendiğiniz kimya (ilk öpüşmelerine şahit olmuşuz mesela)… Hepsi bize Friends’i sevdiren Friends’i ikonik dizi yapan ve unutulmaz kılan ayrıntılar.

Psikolog kimliğimle (naçizane) Friends sevgimizi bir psikoloji kavramıyla açıklamak istiyorum: Salt Maruz Kalma Etkisi (Mere Exposure Effect). Aşinalık prensibi olarak da bilinen bu etki, aslında aşina olduğumuz şeylere karşı kuruğumuz yakınlığı açıklıyor. Yani kendi hayatımıza benzer hayatlar, duygularımıza benzer duygular, arızlarımıza benzer ağrızalar gördüğümüzde bir bağ kuruyoruz. Bu yüzdendir ki Friends karakterleri ev arkadaşlarımız gibi oluyor 10 sezon boyunca. Sonrasında yemek yerden random bölüm açıp izlemeler de sevdaya dahil.

Şimdi hazırsanız bizim çocukları tek tek mercek altına alalım.

Rachel Green (Jennifer Aniston)

Dedik ki karakterlerde kendimizden bir parça buluyoruz, o zaman müsadenizle milyonlarca ortak noktam olan Rachel’a mini bir torpil geçerek önceliği kendisine veriyorum.

Moda tutkunu, şımarık, zengin kızımız Rachel. Toplumun şanslı kesiminde yer almış, bir şekilde hep yıldızı parlamış, tam bir piremses. Dizinin ilk bölümünde Rachel nişanlısı Barry’i düğünde terk edip yepyeni bir hayata yelken açıyor. Hikayeyi biliyorsunuz… Rachel garsonluk yapar, bir yandan Ross ile gel gitli ilişkisi başlar. Monica’nın bir bölümde tanımadığı gibi “I love Ross, I hate Ross, I love Ross, I hate Ross…” ? Az biraz toksik (where they in a break by the way?).

İlk sezonlarda her durumda haklı olduğunu düşünen, zaman zaman kibirli olabilen bir Rachel tanıyoruz. Fakat Rachel, yaşam koşulları en çok değişen dolayısıyla da en çok gelişim gösteren karakter bana göre. O küçük, şımarık kız çocuğu kocaman bir kadın oldu günden güne. Yalnızca yaş aldığı için olmadı tüm bunlar.

Rachel’ın gücüne de şahil olduk, güçsüzlüğüne de. Hepsi gibi. Rachel tüm hikayesiyle karşımızda dimdik dururken, Joey ile ilişki yaşamaya kalktığında bir duygusal yoksunluk içerisindeydi mesela. Biz bunu böyle adlandırmadık belki ama anladık. Empati kurabildik. Ross’un düğününde onunla birlikte gözümüz doldu, Ross “I take Rachel” dediğinde nefesimiz kesildi anlık. Rachel’mış gibi sevindik? Kot tulumlarıyla da, stilettolu iş kadını halleriyle de biz Rachel’ı çok sevdik. Bu anlamda dizinin styling anlamında da yıldızı Rachel’dır diyebilir miyiz? Şüphesiz.

Ross Geller (David Schwimmer)

Ah Ross, üzümlü kekim… Dizinin en naif karakteri bence. Boşanma konusunda uzman bir paleontolojist. Paleontolojist’in anlamını da sayesinde öğrendiğimiz doğrudur. Hassas, duygusal, bir yandan mantık yürütme becerisi güçlü, biraz bahtsız bir karakter. İyi biri. Doğduğu günden beri Rachel’a aşık. Fakat bu aşk bir obsesyona dönüşmüyor, Rachel’sızken hayatına devam edip önüne bakabiliyor. Ara verdiklerinde yani? Bu yönüyle aslında Ross seyircinin gözünden “ezik” olmaktan çıkıyor.

Ross ailesi tarafından her daim takdir edildiğinden mükemmeliyetçilik şeması geliştirdiğini düşünüyorum. Aynı takdir ve onayı çevresinden, eski eşlerinden alamadığında kendine baskı yapıp bazı kalıpların içinden sıyrılamıyor. Eski eşinin lezbiyen olduğunu fark ederek evliliğini sonlandırması belli bir sezona kadar Ross’un en büyük yıkımlarından olsa da dizinin genelinde bu konuyla başa çıkma yöntemleri adeta zamanın çok ötesinde. İnanmayan Suzan ile Carol’un düğün bölümünü izlesin (S2E11: “The One with the Lesbian Wedding”).

Ross ile ilgili bir diğer dikkat çeken detay, bağ kurma konusundaki doğal güdüsü? Bunu da ebeveynleriyle kurduğu güvenli bağlanma ile açıklamak mümkün. Rachel ile olan bağı, evlilik müessesine katkıları veee tabii ki Maymun Marcel… Ross’un bağlanma konusundaki muazzam güdüsünün en tüylü kanıtıdır Marcel.

Biz seni başarısız evliliklerin, kelime vurguların, dinazor tutkun ve kocaman kalbinle çok sevdik Ross beybi.

Monica Geller (Courteney Cox)

Geller’lardan devam edelim. Ross’un küçük kardeşi. Temizlik takıntılı, kontrol delisi, hırslı ve hayatının bir dönemi obezite ile yaşamış Monica. Yeri gelmişken söyleyeyim, diziye dair bir eleştiri yapacak olsam, ideal kadın bedeninin “zayıflık” olarak vurgulanmasını eleştirirdim. Monica zayıfladığında “güzelleşen” bir karakter olarak sunuluyor dizi boyunca. Chandler onun fazla kilolarıyla dalga geçen bir ergenken, Monica ile sevgili olmak için çabalayan bir yetişkine dönüşüyor mesela… Yıllardır görüşmediği arkadaşları eski bedeni ile hala dalga geçiyor mesela…

Monica’nın hırsını ve sevilme ihtiyacını ailesi tarafından nispeten ihmal edilmiş bir çocuk olmasıyla açıklayabiliriz belki. Kilolu bir ergenlik geçirdiği için çirkin hissetmesi sebebiyle de hırs şeması tetiklenmiş olsa gerek. Monica’nın Richard ile olan birlikteliği de “bakım veren” ihtiyacını gösteren bir ilişki. Daha sonra Chandler ile başlayan ve evlilikle sonuçlanan ilişki de biraz çekim teorisi, biraz konfor alanı… Artık nereden bakarsanız. Fakat bu ilişkinin bize koşulsuz sevgi ve sonsuz kabule dair çok şey öğrettiği kesin.

Chandler’ın dediği gibi, “She’s a mother without baby“. Yani diyor ki, karımın kocaman bir kalbi var.

Tabii ben bu kısmı Monica’nın kocaman kalbiyle değil, efsane tavsiyesiyle bitirmek istiyorum.

Ne diyoruz?

“Seven seven seven!”

Chandler Bing (Matthew Perry)

Gelelim dizinin en sarkastik karakterine… Kimsenin bilmediği ya da bir şekilde öğrenemediği bir mesleği var (hatta bu konu Monica ve Rachel’a dairelerini kaybettirmişti). Ama beyaz yakalı olduğu konusunda herkes hemfikir sanıyorum.

Chandler kadınlarla çok rahat ilişki kuramayan, hatta bu nedenle Janice sarmalında defalarca dolaşmış bir adam. Derken Londra’da o dürtüsel gece yaşanıyor ve Chandler kendini açıklamak zorunda kalmadığı, bu anlamda müthiş konforlu bir ilişki içerisinde buluyor kendisini. Hatta öyle ki, kaçıngan bağlanma şemasından güvenli bağlanmaya geçtiğine şahit oluyoruz günden güne.

Chandler’ın sürekli espiri yapması, kendisinin de zaman zaman belirttiği gibi bir savunma mekanizması. Yabancılama şemasının baskın olduğunu söyleyebiliriz çünkü babasının cinsiyet değiştirmesi sebebi ile yaşadığı bir ötekileştirme var. Chandler, zor bir çocukluk yaşamanın yarattığı sosyal aktiviteyi arkadaşlıklarıyla aşıyor aslında. Monica’ya duyduğu sonsuz sevgi ve kapsama, Ross ile kurduğu empati, Joey ile olan eşsiz dostluğu, Pheobe’ye olan şevkati… Chandler Bing, nikah basılacak adamsın yemin ediyorum:)

Joey Tribbiani (Matt LeBlanc)

“How you doin’?” cümlesi sizin de zihninizde yankılandı mı?:)

Karşı cinsle en rahat iletişim kuran karakterimizin flört konusunda allah vergisi bir yeteneği var. Öyle ki, “How you doin’?” dediğinde Pheobe’yi dahi kıkırdatabiliyor. Zaten hatırlarsanız Pheobe’ye ilk gerçek öpücüğünü vermişti. Sanırım Joey’nin en çok vurgulanan özelliği flörtözlüğü ve cinsel performansıydı. Aslında Joey ile diğer haz merkezli konuları da ilişkilendirmek mümkün, mesela yemek yemek. Biliyorsunuz, “Joey doesn’t share food!”. 

En büyük hayali aktör olmak olan Joey, seçmeden seçmeye sürüklenir. Hayalkırıklıkları kadar başarılarına da şahit oluruz (mesela Days of Our Lives). Joey dizinin en saf karakteri bana göre, kimilerine göre de en çekicisi. Hatta Joey karakteri için yapılmış bir dizi bile var. Yani son bölümde Joey boynu bükük kaldı diye üzülmeyin, seveni çok?

Phoebe Buffay (Lisa Kudrow)

Smelly cat, smelly cat… What are they feeding you?:)

Dizinin en renkli karakterini sona sakladım ve bence Pheobe başlı başına bir yazının konusu olabilecek  bir karakter. Ne desem az kalacak, yetmeyecek gibi hissediyorum. Senariste bir kez daha kucak dolusu saygılar diyerek iki kelam edeyim dilim döndüğünce.

Pheobe’ye sadece “komik” derseniz kalp kırarsınız.  Babası tarafından terk edilmesi, sokaklarda yaşaması, annesinin intiharı, yıllar sonra bulduğu erkek kardeşi ve üçüzler, kendisinden nefret eden bir ikiz kız kardeş ve daha onca travmayı bir şekilde kendi savunma mekanizmasıyla kucaklayıp aslanlar gibi yoluna devam edebilmiş bir kadın o. Bana sorarsanız dizinin en komik değil en güçlü ve en derin karakteri. Pheobe, burada yazabileceğim her şeyin 3 katının 1 fazlası gibi geliyor bana.

Ross: You wanna hear something weird?
Phoebe: Always.

Son Söz…

Bu yazı hiç bitmeyebilir, Friends üzerine tonlarca şey daha söylenebilir, her karakter sayfalarca anlatılabilir… Belki siz dünyanızdaki Rachel ve Ross benimkinden farklıdır, belki Monica ile Chandler sizde bambaşka yerlere dokunmuştur… Belki siz Joey’i daha da derinleştirmiş, Pheobe’yi dizinize yatırıp saçlarını okşamışsınızdır.

Ama eminim hepsinin parmak izi hayatınızdadır. Hepsini çok sevdik, çünkü hepsinde kendimizden parçalar bulduk, sonra puzzle misali yerleşti onlar ruhumuza.

İyi ki hayatımızdalar. Belli ki yıllar yılı da gitmeyecek, nesilden nesile aktarılacaklar.

Central Perk’te görüşmek dileğiyle.

Bir Yorum Bırak

Bu web sitesi, deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bunu kabul ettiğinizi varsayacağız, ancak isterseniz devre dışı bırakabilirsiniz. Kabul Et Ayrıntılı Bilgi