Onlarca ülke, yüzlerce şehir gezmiş bir keşifsever, psikolog ve koç olarak farklı kültürlerde insanların “iyi oluş” (wellbeing) halini gözlemlemek benim için büyük keyif! Peki nedir bu wellbeing, yani Türkçe ifadesiyle “İyi oluş”?
Wellbeing kişinin hem beden hem zihin hem de ruh olarak iyi olma hâlidir. Sadece fiziksel sağlık değil; duygusal denge, sosyal ilişkiler, anlam duygusu ve yaşam memnuniyeti gibi birçok alanı kapsar. Herkes için farklı şekillerde ortaya çıkabilir, ama özü aynıdır: İnsanın kendini iyi, dengede ve yaşama bağlı hissetmesi. Bugün sizlerle farklı coğrafyların bana wellbeing açısından neler hissettirdiğini anlatmaya çalışacağım. İngilizce kullanımı hayli yaygın olduğundan izninizle yazımın kalan kısmında “wellbeing” olarak ifade edeceğim. Şimdi yavaşça “Dilimiz elden gidiyor” lincini bir kenara bırakın ve benimle gelin 😊
Wellbeing Ritmi
Havasını soluduğum her coğrafyada, her sokakta, insanların nasıl yaşadığına, nasıl yürüdüğüne, nasıl gülümsediğine bakarım.
Tüm bu yolculukların bana anlattığı, iyi oluş evrensel bir ihtiyaç; ama her yerde farklı bir dile, farklı bir ritme sahip.
İşte bu yazı, rotaları değil, ruh hallerini anlatıyor.
Biraz psikoloji, biraz seyahat, biraz da insan hikâyesi…
Avrupa: Güvencenin Getirdiği Huzur
Eindoven’da sabah bisikletle işe giden bir kadının teleşsızlığı… Berlin’de akşam saat 6’dan sonra kapalı dükkanlar, “iş dışında da bir hayat var” diyen tabelalar… İspanya’da, günün ortasında verilen küçük bir mola – siesta – adeta şehrin insanlarını şefkatle kucaklıyor. Zamanın sadece üretmek için değil, dinlenmek için de aktığını hatırlatıyor.
Avrupa’da sosyal devletin sunduğu güvenlik duygusu, insanlara bir tür içsel özgürlük tanıyor. İnsanlar “geleceği kurtarma” stresinden biraz daha az nasiplenmiş gibi. Bu da haliyle genel ruh hallerine yansıyor. Örneğin, 2025 Dünya Mutluluk Raporu‘na göre, Finlandiya sekizinci yıl üst üste dünyanın en mutlu ülkesi olarak sıralanıyor. Benzer şekilde, Sosyal İlerleme Endeksi‘nde de Norveç, Danimarka ve Finlandiya gibi ülkeler yüksek puanlar alarak, vatandaşlarının yaşam kalitesini ve iyi oluşunu destekleyen politikalarıyla öne çıkıyor.
Öte yandan, birçok Batı Avrupa ülkesinde bireysellik o kadar yoğun ki, yalnızlıkla baş etmek wellbeing’in yeni sınavı olmuş.
İyi oluş, sadece “güvende hissetmek” değil; aynı zamanda “aidiyet hissetmek” de demek.
Tanzanya: Az Ama Gerçek
Tanzanya… Zamanın durduğu yer! Şahsen buraya kalbimi bıraktım 😊 Çünkü Tanzanya’da insana saat değil, güneş yön veriyor.
Orada tanıştığım insanların, sahip olduklarının azlığıyla değil; var olanla kurdukları bağ o kadar etkileyiciydi ki, döndükten sonra bir süre varoluşsal sorularla kendimi darladım.
İnsanların misafirperverliğine aşık oldum.
İçgüdüsel bir topluluk duygusu vardı bu ülkede. Yalınlık, orada bir eksiklik değil; bir yaşam felsefesiydi. Ve belki de en çok orada ikna oldum.
Wellbeing, bazen sadece “daha az” ile mümkün. “Less is more” ifadesi bir ülke olsa Tanzanya olurdu.
Bali: Ritüellerin Sakinliği
Bali diyince aklımıza ilk gelen şey masaj olsa da, bu lokasyon sadece bir tatil cenneti değil.
Sabah gün doğarken dua edenleri görmek, her kapının önündeki minik çiçek sunakları, evrenle kurulan o görünmez bağ…
Zihni susturmayı hatırlatan bir ada Bali.
Ritüel dediğimiz şeyin aslında ne kadar iyileştirici deneyimliyor insan burada.
Her gün aynı saatte yapılan küçük ama anlamlı bir şey, ruhun dengesini kuruyor.
Orada yoga yapanlar, sadece Instagram’a poz vermek için değil; gerçekten kendileriyle buluşmak için matın üzerindeydi.
Ve kanıtlayamam ama bence ben burada şifalandım!
Fas: Kaos İçinde Akış
Fas… Renklerin, seslerin, kokuların dans ettiği, tüm duyulara aynı anda hitap eden bir ülke. Baharat kokuları, rengarenk çarşılar, sokakta yankılanan yüzlerce farklı ses… Her şey bir ritüel gibi yaşanıyor burada.
Marrakeş sokaklarında dolaşırken “keşmekeş” kelimesinin anlamını derinden hissetmek mümkün. Her köşe başında ayrı bir hikaye, ayrı bir telaş… Ama bir şekilde akıyor her şey.
İnsanlar bir yandan hayatta kalma mücadelesi verirken, bir yandan da çayın buharında, esnaf sohbetinde huzur bulabiliyor. Ama beni en çok etkileyen, bu kaotik güzellik içinde insanların taşıdığı hayvan sevgisi oldu. Kendini zor doyuran, üstü başı yırtık insanların sokaktaki kedileri doyurma çabası içimi eritti de eritti. Ne diyeyim, ayağınıza taş değmesin!
Wellbeing bazen sadece insanla ilgili değil. Başka canlılarla kurulan o nazik bağ, bir toplumun içsel huzurunun da göstergesi olabiliyor.
Wellbeing burada, kaosla barış içinde yaşamak gibi de aynı zamanda.
Hayat her zaman düzenli olmak zorunda değil; bazen anlam, tam da o karmaşanın içinde gizleniyor.
Sri Lanka: Zorluk İçinde Nazik Kalmak
Sri Lanka ve bir an bile gülümsemekten vazgeçmeyen dünya tatlısı insanları… Kolay olmayan hayatlarına rağmen bu kadar içten olabilmeleri bende bir utanç duygusu yarattı. Neden diye sormayın…
Trenlerde, tapınaklarda, pazarlarda tanıştığım insanlar, bir yabancıya bile yumuşak bir “merhaba” bırakabiliyor.
Havada sanki kolektif bir sabır var, çok enteresan.
Belki de zor koşullar, insanları birbirine daha nazik yapıyor.
Bence burada wellbeing, bir tür “birlikte baş etme” haliydi.
Yanında biri varsa, yük biraz daha hafif. Ve bu bile başlı başına bir iyilik hali.
Ürdün: Sessizlikte Saklı Olan Anlam
Ürdün’de, özellikle Petra’da, kayaların arasından geçerken zamanın başka bir ritimde aktığını hissetmek mümkün.
Bir bedevi çadırında içtiğim sade bir çayın içimi ısıtması gibi, en sıradan anlarda bile bir derinlik hissediliyor.
Modernleşme ve gelenek iç içe geçmiş, ama birbirini bozmadan, dönüştürerek.
Wellbeing burada, geçmişle bugün arasında kurulan o dengeydi bence.
Ne tamamen geçmişte kalmış, ne de bugünün telaşına kapılmışlardı.
Bazen iyi oluş, hiçbir yere yetişmemenin, sadece orada olmanın kendisi olabilir.
Uzun lafın kısası, seyahatlerden çok şey öğrendim.
Wellbeing Coğrafyaya, kültüre, toplumsal yapıya göre şekil alıyor. Bazen doğadan kopuk şehirlerde kayboluyoruz; bazen hiçliğin ortasında kendimizi buluyoruz.
İyi oluş hali, dışarıdan alınan bir lüks değil, içeriden inşa edilen bir ritim.
O ritmi bazen Bali’deki bir dua, bazen Tanzanya’daki bir kahkaha, bazen Lyon’daki sessizlik yaratıyor. Her yolculuk aslında önce insanın kendi içine doğru.
Ve ne mutlu ki benim yolculuklarım devam ediyor.
Wellbeing’den bu kadar bahsetmişken bu konuda yazdığım 100 Mutlu Gün temalı yazımı da ziyaret etmenizi öneririm.
Öpücükler!